19 Mayıs 2016 Perşembe

KARDEŞİMİN DÜNYAYA TEŞRİFİ

İnsan yavrusu en zor büyüyen canlıdır. Önce annenin karnında uzunca bir oluşum ve gelişim yaşar. Tam 9 ay 10 gün sürer bu, bu arada insafına göre; anacığına pek zor şeyler yaşatır ya da yaşatmaz. Kusturur, yedirmez, yataklarda yatırır, canı isterse tekmeler ve bolca kilo aldırtır. Annesini duygu değişimlerine sokar, ağlatır, korkutur hatta bazen bunalımlara bile sokar. Ne zahmetli bir süreçtir bu.

Dünyaya geldikten sonra ki büyüme dönemi ise yaklaşık 16 – 18 yılcık sürer. Erken olgunlaşanı varsa da genellikle aklını başına toplaması bu kadar uzundur. Ama her evlat anası, babası için her daim çocuktur, ilgilenmek ister. O nedenle söylenmez mi, ana – baba hakkı ödenmez diye? 


Bu girizgâhı yaptıktan sonra geleyim sadede. Biz iki kardeşiz. Kardeşim benim küçüğümdür. Pek severiz birbirimizi ama geçmişimiz çatışmalıdır. İkimiz de ASLAN burcuyuz. Düşünün artık gerisini… Lider ruhlu, baskın, lafını geçirmek isteyen iki kişilik! Ah ne yaramazdı o. Benim yazılı olarak hazırladığım defter ödevlerimi falan silerdi.

Bir keresinde yazdıklarımı okumak için parmak kaldırıp ayağa kalktım, okuyacağım bir de bakarım ki yarısı silinmiş. Düşünebiliyor musunuz çalışkan bir öğrenci olarak durumumu?  “Öğretmenin hazırladıklarımı kardeşim silmiş” demek zorunda kalmıştım. Ne rezillik. Amaaaa eve gidince okudum canına tabi… Daha neler var? Aklıma geldikçe yazacağım. Şimdilerde iyiyiz Allah bozmasın. Anne, baba gidince iki kardeş çok kenetlendik.

Peki, nasıl teşrif etti bu benim muzur kardeşim hayatımıza onu da anlatayım. Hep takılırım ona “ben istemeseydim sen olmayacaktın” diye. Ama gerçek payı büyük…  Canım anneciğim beni dünyaya getirdiğinde doktorlar, babamı kenara çekip,” Eşinizin sağlığı doğum yapmaya uygun değil, kalbi bebeği çok zor taşıdı. Bir doğumu daha kaldırmaz haberiniz olsun” demişler. Babam da ikinci bir çocuğu asla istememiş. Annem ve babam aşk evliliği yapmış insanlar, sevgi ağar basmış.

Ben büyümeye yüz tutunca tutturmuşum anneme kardeş isterim diye. Çok büyük bir sitede yaşardık, hastanesi de içinde olan bir lojman siteydi. “Bak anne, Melih’in annesi hastaneden kardeş aldı Melih’e. Sende git al bana” demişim defalarca.                 
Melihler alt komşularımızdı. Ana yüreği dayanmamış bu feryada ve babama “ölümü de göze alacağım, çocuğumun isteğine uyacağım, sen de kırma beni” demiş. Allah kısmet etti, teşrif etti bizim ufaklık. Ama annem için kaç doktor seferber olmuş ve babacığım çok büyük uyarılara maruz kalmış. Neyse şükürler olsun ki her ikisi de bana yar oldular.

Velhasıl, benim kardeş ben istemeseydim olmayacaktı. Ama bu dünyaya gelmesine aracı olmakla onun adına iyi mi ettim, kötü mü bilmem de, bana çok iyi oldu. Allah beni kardeşimin gerisine bırakmasın.

Günce Yazarı


18 Mayıs 2016 Çarşamba

YIKA DÖKE OLGUNLAŞTIM

Çok garip bir döngümüz var. Allah bizi böyle yaratmış. Doğuyoruz, anamız- babamız bizi büyütüyor, öğretiyor, eğitim aldırıyor, evladım vatana, millete ve ailesine hayırlı insan olsun diyor. Tabi olması gereken standart düzenden söz ediyorum. Sonra bırakıyorlar bizi tek başına hayat mücadelesine dalıyoruz. Olması gereken bu…  


Ben de böyle çıktım yola ama hatalar yaptım herkesler gibi. Sonra çok üzüldüm nasıl yaptım bunları diye.  Yaş aldıkça, hayatın kazıklarını yedikçe, hatasız kul olmazmış gördükçe büyümekle kalmayıp olgunlaştığımı anladım. Geçmişteki hataların gelecekteki deneyimler olduğunu öğrendim.

Önceleri sinirlendiğimde, son sözümü başta söylemekten çekinmezdim. Müdanam olmazdı. Ama bu bana kaybettirdi. Her insanı olduğu gibi kabul etmek zorunda olduğumun farkına vardığımda bu huyumdan vazgeçtim. İnsanları öylece kabul etmeyi ama ruhum uymuyorsa,  selamlaşmanın ötesine gitmemeyi öğrendim. Kırdıktan sonra pişmanlık duymak yerine, karşımdakini kırmayıp, kendimi de üzmemeyi öğrendim.



Hayat bana her insanın farklı bir yapıda olduğunu, özü iyi olup sabırsız ve patavatsız olabileceğini, beni veya başkalarını kırdıktan sonra pişmanlık duyabileceğini de öğrettiği için dikkatli ve hoşgörülü olmayı öğrendim.



Kızıp sinirlendiğim, tıkandığım anlara gelince… Çok zorlanıyorum  “acı” konuşmamak için.  Ama biliyorum ki ağzımdan çıkacak kelimeler dönüşü olmayacak yola sokabilir beni. O yüzden susmayı tercih ediyorum.


Günce Yazarı

17 Mayıs 2016 Salı

HAREKETLİ BİR GÜN; Çarşı, Pazar Dolaşmaca


Bugün aynı binada oturduğum, çok da kafa dengi arkadaşımla şehrimizin en hareketli yerine,  merkeze gidip hem gezinti,  hem de gerekli alışverişlerimizi yaptık. Pek güzel oldu. Sokak çay evinde simit çay keyfi, salaş bir esnaf köftecisinde köfte – ayran,  eve dönmeden de son çaylar ve kurabiye keyfi yapıp, metromuza bindik geldik evimize. 

Dönüşte metro doluydu tabi. Genç kardeşlerimiz ellerinde telefonlarla çok meşgul ayaklarına yatıp, büyüklerine yer vermez haldeydiler. Üzüldük bu duyarsızlığa. Ama zamane ne yazık ki böyle… Yapacak bir şey yok.



Bu arada çok alışveriş yaptım sanmayın, sadece mecburi olan bir iki şey aldım. Dün yazmıştım artık daha az eşya ile yaşamaya başlayacağımı. Fazlalıkları eleyeceğimi…  Bugün aldıklarım elzemdi vallahi. En önemlisi de çavdar unu aldım doğal malzemeler satan bir yerden. Evde ekmek yapmaya başlayacağım. Artık el değmemiş ekmek yemek istiyorum. Gerçi daha önce hiç yapmadım ne kadar başarılı olacağım bilmiyorum ama denemekten bir şey çıkmaz değil mi?

Taze çekilmiş Türk kahvemi de aldım. Tam bir kahve tiryakisiyim. Sabahları kahvaltı sonrasında mutlak kahve keyfim vardır. Kocaman bir fincanım var,  kahvesi bol konmuş bir şekilde pişirir, keyifle içerim.  Bu hiç şaşmaz bir geleneğimdir. Paket kahveler pek hoşuma gitmez, taze çekilmişin kokusu bir güzel ki! Buram buram kahve kokusu sarar evi… Duyan gelir dermişim burası hikâye tabi. Davet ettiğim gelir. Ama kahvecilerin çevreleri çok hoş kokar ya işte oradan geçerken, aş ermek denen şey gibi kahve içmek isterim. Zaten eve gelince hemen içtik arkadaşımda birer akşam kahvesi. Velhasıl güzel bir gün geçirdim. Hareketli ve bereketli!


Günce Yazarı

16 Mayıs 2016 Pazartesi

ÇOK BİRİKTİRDİĞİMİ ÖĞRENDİM

Öğrenmek dediğin iş doğumdan ölene kadar sürüyor. Öğrendiğin her yeni şey ne kadar az bildiğini gösteriyor. Anneciğimin lafı gibi, “bunu da gördüm ya bir yaşıma daha girdim” derdi

Ben de bugün vakitsiz bir yaş daha aldım. Çünkü kendimle ilgili bir gerçeği iyice anladım. Ne kadar çok biriktiren insan olduğumun farkına vardım. Kardeşim, anı biriktir, biraz paracık biriktir, mümkünse eğer dost biriktir ama bu kadar eşyayı ne demeye biriktiriyorsun? Hesapta da fazlalıkları hep veriyorum.

 Elimi nereye atsam bir gün lazım olur diye tuttuğum birkaç parça şey çıkıyor. Hafiften kilo aldığım için içine giremediğim, kalitesi olan ama üzerime olamayan giysilerim dolaplarda boy gösteriyor.  Ah başka daha kim bilir neler var gözden uzak yerlerde duran, benimse hatırlamadığım?

Vallahi ödüm koptu,” yaşlandıkça evimi çöp eve çevirir miyim?” diye…  Ne bileyim hiç araştırmadım bu özellik nasıl oluşurmuş, tam bilmiyorum. Kulağıma çalınan bilgiler var ama yeterli değil,  hemen araştıracağım konuyu.


Keşke bizde de garaj satışları olsa da fazlalıkları satsak.
Amerika’da yaygınlaşan bir tarz varmış. Geçen gün benim evde birlikte yemek yerken arkadaşım söyledi; 100 eşya ile yaşamak. Her birey için evde 100 adet eşya ile yaşıyor insanlar. Ah canım arkadaşım bendeki eşya fazlalığını gördüğünden anlatmış bunu bana demek.

Az eşya ile yaşamak; çok akıllıca bir iş. Biz ne yapıyoruz?  Eşyalarımıza hizmet ederek, onları temiz pak tutup ya lazım olursa diye onlara bekçilik ediyoruz. Kullanmadığım tabak, çanak, çömlek bir dolu maşallah.


Ben bugün öğrendim ki, azıcık silkinmek, hafiflemek, eksilmek durumundayım. Ama kişiliğimden değil, sadece fazla eşyalarımdan.


Günce Yazarı      

15 Mayıs 2016 Pazar

ESKİYE RAĞBET HİÇ BİTMEZ

Kendimi bildiğimden beri eskiye pek bir düşkünümdür. Otantik ve rüstik her şeyi severim. Buram buram tarih kokan mekânları, taş evleri, sokakları, ev döşemesini çok beğenirim. Vallahi ya ruhum çok eski ya da sanki ilk halleriymiş gibi gördüğüm için eskiyi seviyorum.

Çocukluğumda çok özendiğim bir şey vardı. Osmanlı Sarayında, Lale devrinde yaşamak; saltanat kayıklarıyla Küçüksu’da, Göksu’da sefa yapmak!  Sanırım Türk filmlerinden gördüğüm sahneler düşündürürdü bana bunu.  

Çocukluğumdan gelir eskiye düşkünlük. O yüzden severdim anneannemin evinde olmayı. Taş ve ahşaptan yapılmış bir ev, Konak kapıları gibi kocaman heybetli oda kapıları ki, çift kanatlıydılar. Anahtarları bile büyüktü. Konsollar vardı, üzerinde kocaman aynalar olan.  Konsolların çekmecelerinde bambaşka bir koku vardı. Ben ona anneanne kokusu derdim. Canım benim artık lavanta mı başka bir ot mu koyardı çekmecelere ki, hafızama kazınmış bu koku.  Anneannem o çekmecelerden çıkarıp, bana uçuk sarı – vizon arası rengi olan bir yemeni hediye etmişti. Oyaları pek güzeldi, baskısı da. Hala durur, biraz yıpranmış olsa da. Ama kokusu yok tabi.

Sonra sedirler vardı odalarda. Cam önleri boyunca uzanan L şeklinde sedirler. Sert oldukları kalmış aklımda bir de kanaviçe işli örtüleri ve yastıkları. Pek bir güzeldiler. Koşturup hemen otururdum üzerine sedirin ve bahçeye bakardım. Demir parmaklıkların olduğu pencerelerden bahçeyi gözlemek güzel gelirdi bana.
Ah şimdi anımsadım anneannemin arı kovanları vardı bir de. Hayvanları çok severdi. Yüzene maske, eline eldiven geçirir bal çıkarırdı bize. Bir keresinde, arılardan korktuğum halde yanında durmuştum. O da ilk baldan yedirmişti bana. Ah ya neler neler var daha? Yaz yaz bitmez bu öyküler. Gerçi ben çok erken kaybettim anneannemi,  13 yaşındaydım. Çokkkk üzülmüştüm. İlk gördüğüm ölmüş insandı. Beyaz, iki uzun örgü yapılmış saçları, yüzünün iki yanından omuzlarına uzanıyordu. Pamuklar içindeydi, çok güzeldi. Nurlar içinde uyu canım benim.  Of, ne güzel şeyler yazarken nereden geldim bu acılı anıya?

Evimde de vardır eski eşyalar. Hiç olmazsa anneciğimden olanlardan bir şeyler yapıyorum ev dekorasyonuma. Anneanne evindekiler kadir kıymet bilmeden atılıp gittiler tabi. Sonraki ev sakinleri eski eşyaları yenileriyle değiştirdi. Pirinç karyolalar atıldı. Her Neyse…  Dedikodu yapmayayım.
Evimde kanaviçe işli yastıklar, dantellerden yapılma belki 50 – 60 yıllık özel örtüler var. Anneciğimden hepsi.  Bir de tek kişilik yataktan oluşturduğum özel örtüsü olan bir sedirim var. Diyorum hep, ESKİYERAĞBET hiç bitmez. Zaman bozulup, her yer kirlendikçe daha çook özleriz eskiyi biz.

Günce Yazarı