12 Haziran 2016 Pazar

ZAMANLA DEĞİŞMEK

Eskiden hiç ilgi duymadığım şeylere şimdilerde ilgi duyar oldum her nedense. Açıkçası bunu merak etmiyor değilim. Galiba sürekli yaptıklarından, hobilerinden sıkılıyor insan bir zaman sonra. Değişim arıyor. Belki yaş aldıkça zevkler değişiyor. Tek düze olan alışkanlıklar sıkıyor. Farklı bir şeyler öğrenmek ve yapmak istiyor. Ya da bunların hepsi birden oluyor.

Eskiden pazarlara gitmek işime gelmezdi. Marketten kolayca alır eve gelirdim. Ama şimdi gidiyorum. Kalabalık rahatsız etse de daha taze ve bol çeşit bulma imkânı var. Köyden gelen ürünleri özellikle buluyor ve alıyorum. Gerçi onlar da ne kadar organik bilmiyoruz ama en azından beklememiş oluyorlar.
Yine daha önceleri el işleri yapmaya hiç ilgi duymamışken, duyar oldum. Kendi tasarladığım ve süslediğim bir dolu küçük hediyelik objeler yaptım. Vallahi internetten tığ işi yapmayı bile öğrendim. Çok sancılı ve acılı geçirdiğim sürecime ilaç oldu bu işler.


Önceleri daha çok televizyon seyrederdim, şimdi tahammül edemiyorum. Haber ve sinema filmleri izliyorum, bir iki de dizi. Zaten hangi diziyi beğensem yayından kalkar. Böyle de garip bir durum.
Yani insan zamanla değişiyor. Olumlu yöndeki değişimler güzel de Allah olumsuz değişimlerden korusun.


Günce Yazarı

11 Haziran 2016 Cumartesi

BAŞIMI ALIP GİTME İSTEĞİM VAR

Ah GÜNCEM, çıksak seninle şöyle uzak diyarlarda dolaşsak gezgin misali, kimsenin tanımadığı bilmediği yerlerde ne güzel olur. İnsan bazen gözden de gönülden de ırak olmak ister. Kendi başına bir şeyler yapmak, hiçbir şeyden haberdar olmamak ister. İç sesine kulak verip, yüreğiyle yol almak ister. İşte ben de şu aralar bunu istiyorum. Bilmediğim diyarlara yelken açmak, hiç yapamadığım şeyleri yapmak. Etrafımda ne varsa hepsinden uzaklaşmak. Ölümleri, yıkılan ve dökülenleri, kana doyamayan canavarları hiç duymamak istiyorum. Artık çok sıkıldım.

Mesela şöyle göl manzaralı ahşaptan yapılmış bir doğa evinde kalsak. İnternet olmasın, televizyon olmasın dünyada neler olmuş duymayalım. Hiç olmazsa bir hafta kadar… Vallahi o bile yeter tazelenmeye, güç kazanmaya. Doğa insana iyi gelir. Yemyeşil ağaçlar, çiçekler, kuşlar ve börtü böcek sesleri… Hele de benim gibi her şeyle dertlenip, üzülen bir insana ilaç gibi gelir. Her ne kadar “artık çok üzülmeyeceğim bazı şeylere” desem de elimde değil, haksızlıklara tahammül edemiyorum. Bu da korku, endişe bozukluğu yaşamama neden oluyor.


Nasıl yaparım bilmem ama biraz uzaklaşma zamanı geldi. Biliyorum bu düzen aynen devam edecek. İyi olmasını beklemek biraz salaklık fakat kendimize güç kazandırmak mümkün?  Şimdi alıp başımı gitme zamanı…

Günce Yazarı

10 Haziran 2016 Cuma

YEDİĞİNE VE SÖYLEDİĞİNE DİKKAT

Güncem ne yazsam sana ne karalasam bilemedim. Bu aralar tek düze yaşam içinde seyrediyorum. Biraz sıkıldım da aslında, ama şu an için böyle.  Az biraz sağlık vaziyetlerim bozulmuş, tansiyonum tavan yapmış bir türlü inemedi tabana. Alıyorum ilaçları yeni oranlarıyla ama benim ki biraz da sinirsel olduğu için öyle hemen düzene giremiyormuş. Amannn ne yapalım? Bunlar da geçer diyelim. 

Geçmeyenler yürekte açılan hasarlar. İnsanların dilleriyle saçtıkları zehirler. Kötü niyetleriyle gerçekleştirdikleri işler. İşte bunlar ağar hasarlı deprem gibidir. Ne kadar affetseniz bile sızısı kalır derinlerde bir yerde.

Bence yediğine, içtiğine ve söylediğine hep dikkat etmek şart! Bedeni sağlıklı yiyeceklerle beslerken dilimizi de biraz terbiye etmek gerektiğine inandım hep. Benimde dilime hâkim olamadığım zamanlarım oldu ama bundan zarar gördüm sadece, fayda değil.  Ağızdan çıkanı geri alamıyorsun. Akıllı insanlar az konuşup çok dinlemeyi bilenlerdir.  İşte günün kıssadan hissesi;

Diyojen’e bir adamın ne kadar akıllı olduğunun nasıl anlaşıldığını sordular. Yanıtı kısa oldu;
“Konuşmasından” dedi.
Bir soru daha sordular “Peki adam ya hiç konuşmazsa”
Diyojen’in yanıtı bu kez şöyle oldu:
“ O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada.”


Günce Yazarı

8 Haziran 2016 Çarşamba

ÇOCUKLUĞUMUN ORUÇLARI

Bugün yine kapalı bir ruh halindeyim. Havanın serin ve bulutlu olmasından dolayı mıdır bilmem, bir içine kapanma, geçmişe gitme isteyim var. Yarı miskinlik hali vaziyetlerindeyim. İnsan garip bir varlık. Yaratan bizi öyle bir programlamış ki, her şeyden etkileniyoruz. Tek düze olmak mümkün değil. Hepimizin sevinç, acı, zevk, hüzün eşikleri farklı ama her birimizde mevcut bunlar.

Günümüzün şartları, içinde bulunduğumuz belirsizlik, şiddet ve acı beni çok etkiliyor. Hal böyle olunca geçmişteki güzel anlara gitmeyi, kafamda tekrar yaşamayı seviyorum. Beni tazeliyor, enerji veriyor. Yeniden umutlandırıyor.

Yedi, sekiz yaşlarımdayken yaşadığımız Ramazanlar geldi aklıma. Zaten en evvel hatırladığım oruçlar da onlar. Annem sahur vakti sofrasını hazırladığında illa ben de kalkmak isterdim. Sıkı sıkı tembihlerdim annemi beni kaldırması için. Sonradan öğrendim ki tüm çocuklar istermiş bunu. Pek bir güzel gelirdi gece karanlığında uykudan uyanıp kahvaltı etmek. Ne fedakârdı benim canım annem; yumurtalı ekmekler, omletler ve daha pek çok çeşitli kahvaltı seçenekleri hazırlardı. O safranın bir parçası olmaktan keyif alırdım. Oruç tutmak isterdim, annem de öğlen saatlerine kadar tutmama izin verirdi. Fakat ben her şeyi tam yapmak isteyen bir velet olduğumdan Ramazanın başında ortasında ve sonunda tam oruç tutmaya başladım 8 yaş itibariyle.


Hiç unutmuyorum, ilkokul üçüncü sınıftayken oruçlu okula gitmiştim. Cebimde ayçiçekleri varmış birazcık. Orucu unutup yemeye başladım ve bitirdim ki aklıma oruçlu olduğum geldi. Ay ne üzüldüm… Gerçi bozulmadığını biliyordum ama çok üzüldüm ve iftara kadar da susuzluktan öldüm.

Diyorum ya sevgili güncem, geçmişe özlem hiç bitmez. Her ne hikmettense geçmiş günümüzden daha temiz, daha sıcak. Hele de çocukluğumuz;  ne kadar masum!


Günce Yazarı