15 Mayıs 2016 Pazar

ESKİYE RAĞBET HİÇ BİTMEZ

Kendimi bildiğimden beri eskiye pek bir düşkünümdür. Otantik ve rüstik her şeyi severim. Buram buram tarih kokan mekânları, taş evleri, sokakları, ev döşemesini çok beğenirim. Vallahi ya ruhum çok eski ya da sanki ilk halleriymiş gibi gördüğüm için eskiyi seviyorum.

Çocukluğumda çok özendiğim bir şey vardı. Osmanlı Sarayında, Lale devrinde yaşamak; saltanat kayıklarıyla Küçüksu’da, Göksu’da sefa yapmak!  Sanırım Türk filmlerinden gördüğüm sahneler düşündürürdü bana bunu.  

Çocukluğumdan gelir eskiye düşkünlük. O yüzden severdim anneannemin evinde olmayı. Taş ve ahşaptan yapılmış bir ev, Konak kapıları gibi kocaman heybetli oda kapıları ki, çift kanatlıydılar. Anahtarları bile büyüktü. Konsollar vardı, üzerinde kocaman aynalar olan.  Konsolların çekmecelerinde bambaşka bir koku vardı. Ben ona anneanne kokusu derdim. Canım benim artık lavanta mı başka bir ot mu koyardı çekmecelere ki, hafızama kazınmış bu koku.  Anneannem o çekmecelerden çıkarıp, bana uçuk sarı – vizon arası rengi olan bir yemeni hediye etmişti. Oyaları pek güzeldi, baskısı da. Hala durur, biraz yıpranmış olsa da. Ama kokusu yok tabi.

Sonra sedirler vardı odalarda. Cam önleri boyunca uzanan L şeklinde sedirler. Sert oldukları kalmış aklımda bir de kanaviçe işli örtüleri ve yastıkları. Pek bir güzeldiler. Koşturup hemen otururdum üzerine sedirin ve bahçeye bakardım. Demir parmaklıkların olduğu pencerelerden bahçeyi gözlemek güzel gelirdi bana.
Ah şimdi anımsadım anneannemin arı kovanları vardı bir de. Hayvanları çok severdi. Yüzene maske, eline eldiven geçirir bal çıkarırdı bize. Bir keresinde, arılardan korktuğum halde yanında durmuştum. O da ilk baldan yedirmişti bana. Ah ya neler neler var daha? Yaz yaz bitmez bu öyküler. Gerçi ben çok erken kaybettim anneannemi,  13 yaşındaydım. Çokkkk üzülmüştüm. İlk gördüğüm ölmüş insandı. Beyaz, iki uzun örgü yapılmış saçları, yüzünün iki yanından omuzlarına uzanıyordu. Pamuklar içindeydi, çok güzeldi. Nurlar içinde uyu canım benim.  Of, ne güzel şeyler yazarken nereden geldim bu acılı anıya?

Evimde de vardır eski eşyalar. Hiç olmazsa anneciğimden olanlardan bir şeyler yapıyorum ev dekorasyonuma. Anneanne evindekiler kadir kıymet bilmeden atılıp gittiler tabi. Sonraki ev sakinleri eski eşyaları yenileriyle değiştirdi. Pirinç karyolalar atıldı. Her Neyse…  Dedikodu yapmayayım.
Evimde kanaviçe işli yastıklar, dantellerden yapılma belki 50 – 60 yıllık özel örtüler var. Anneciğimden hepsi.  Bir de tek kişilik yataktan oluşturduğum özel örtüsü olan bir sedirim var. Diyorum hep, ESKİYERAĞBET hiç bitmez. Zaman bozulup, her yer kirlendikçe daha çook özleriz eskiyi biz.

Günce Yazarı



14 Mayıs 2016 Cumartesi

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ Sabır Suküneti Sağlar

Her zaman hoşgörülü ve alçak gönüllü olmaya özen göstermişimdir. Özellikle Kişisel Gelişimle tanışıp, bütünleştikten sonra…  Ama kafamın tasını attıran olaylar yaşayınca kibirli hallere bürünmüşlüğüm de vardır. O halime sonradan kızarım da, gel gelelim canım babacığımdan aldığım çabuk hiddetlenme özelliğim vardır. Ne yapalım, her güzelin bir kötü huyu olur.


Sıcakkanlı, kolay iletişim kuran, yüreğini çabuk açan bir yapım olmasına rağmen,  dayanma noktamı aşan durumlarda fena patlarım. İşte o an gözüm pek bir şey görmez. Allah’a şükür çok nadir olur bu. 20 yıla yakın süredir kişisel gelişim öğretileriyle haşır - neşir biri olduğum ve  güçlü bir Allah inancı taşıdığım halde hala istediğim gibi frenleyemiyorum bu yanımı. Yalnız geçmişe nazaran nur nimetim, onu da söyleyeyim.  Çünkü insan ister ve inanırsa kendinde büyük değişimler yapabilir.

“Şimdi bunları niye yazdın?” derseniz, cevaplayım: Bugün de hafiften patlama konumuna geldim. Kendini pek akıllı gören, aslında kendinden başka bir şey düşünmeyen, azıcık da kıt akıllı olan bir tanıdığımın olmayacak bir davranışına maruz kaldım. Bu tarz kendini bilmezlere pek sinir olurum. İşlerini sana gördürmeye çalışır, sen hallettikten sonra da hemen yok oluverir,  seni yarı yolda bırakırlar. İşte anlattığıma benzer bir durum yaşadım. Bu aklı evvele haddini bildirmek üzere ağzımı açmışken kendime hâkim oldum. “Dur ya ne yapıyorsun sen? Hani bastıracaktın sinirini, bunun gibi aklı kıtların bile ayıbını yüzüne vurmayacaktın?” dedim. Derin nefesler alıp bıraktım gitsin yoluna diye.

Ayıbı yüze vurmamak tüm dinlerde ve öğretilerde vardır. Bunu bugün yapabildim şükürler olsun ama bir gerçek daha var ki, o da ruhunun uyuşmadığı insanlarla merhabalaşmanın dışında bir arada olmak zorunda değilsiniz. Bu kişiyle ben de bundan gayrı selamlaşmaktan başka yakınlıkta olmayacağım.

İşte bir kez daha öğrendim; sabırlı olmak, gerektiğinde sessiz kalmak karşıdakinin üstünlüğünden değil senin manevi gücünün yüceliğindendir. Görmüş, geçirmişliğindendir.  Geçmişte müdanasız olup çok gemi yakmışlığım vardır, özellikle iş hayatında. Şimdiyse,  firen sistemini güçlü kılmanın zamanıdır diye düşünüyorum.    


Günce Yazarı

ÇOCUKKEN ÇEKİNGEN BÜYÜYÜNCE TUTTUĞUNU KOPARAN OLUNUR MU?

Çok çekingen, sıkılgan bir çocuktum. İnsanlara, olaylara temkinli yaklaşırdım. Anne ve babamın tembihlediği her şeye uyardım. Annem “bugün hava soğuk, teneffüste bahçeye çıkma” derse, çıkmazdım.

Sessiz, sakin, laf söz dinler bir çocuktum anlayacağınız. Bu durum yüksek öğrenimden sonra iş hayatına atılınca biraz değişti tabi. Hafiften cazgırlaşıp, tuttuğunu koparır hale geldim. Hayat özellikle de iş hayatı insanı ister istemez değiştiriyor. Ama şunu söyleyeyim; saygılı, etliye sütlüye çok karışmayan, kavga gürültü sevmeyen, gerektiğinde sessiz kalmayı bilen yanım hep kaldı. Çekingenliğimi epeyce kırdım fakat hiçbir zaman yırtık bir tip olmadım. Yani hamurunuz neyse, pişerken sadece hamlığı gidiyor. Özü aynı kalıyor. Yaşamın getirdiği deneyimlerle yaklaşımlarınızı değiştiriyor, kendinizi gidişata göre törpülüyorsunuz.

Anne baba sözü dinlemek iyidir. Onları kaybettiğinizde kendinizi huzurlu hissedersiniz. Vallahi dinlemediğim zamanlarım olmadı değil ama karşı çıkmazdım. “Tamam, yaparım” derdim hiç olmazsa onları üzmezdim. Anneciğim bana “senin bu huyunu seviyorum, dediğimi yapmasan bile peki anne istediğin gibi yaparım diyorsun ya, mutlu oluyorum” derdi.  Ah, hey gidi günler hey. Keşke annem ve babam benimle kalsaydı da ben her dediklerini eksiksiz yapsaydım. Ama çocukken, ergenken ve yetişkinken de anne ve babalarımızı kırıyor, üzüyoruz. Bu da işin doğasından geliyor sanırım.
Deneyim denen şey yaptığımız hatalardan öğrendiklerimizdir.

Günce Yazarı


SOKRATES DER Kİ;

Sokrates M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür ve filozoftur.  
Platon'un hocası olan Sokrates’in, görüşleri ve tartışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafından beğenilmediği için;  yeni tanrılar icat ettiği, görüş ve tartışmalarıyla gençleri baştan çıkardığı gerekçeleriyle ölüme mahkûm edilmiştir. Ben hiçbir şey bilmediğimi biliyorum” diyebilecek kadar mütevazı bir adamdır.
İdam edilmeden önce karısı Sokrates’e şöyle der:
"Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun."
Sokrates de buna karşılık şu cevabı verir:
"Be kadın, suçlu olarak idam edilmemi mi yeğlerdin?"


Sokrates’ten birkaç söz:

Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır.

Kendini bulmak istiyorsan, kendin için düşün.

Ne pahasına olursa oIsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz. Yok, fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz. 

Günce Yazarı