Kadın
yüreğindeki acıyla kıvranırken, bir yandan da "neden bu kadar harap
ediyorum kendimi, değer mi?" diye düşündü. Ama yapamıyordu, boş
veremiyordu. Yüreği acıyor, içi yanıyor bedeni de bu acıya eşlik ediyordu. O
adamı sevmişti. İlişkisine emek vermişti. Sevdiğini yüreğiyle sahiplenip tüm
benliğini ona açmıştı. Belki hata buradaydı. Çok açık olmuştu. Ona karşı hiç
mahremiyeti kalmamıştı. Galiba kendini çabuk tüketmişti. Adamın, kadında keşfedecek
bir şeyi kalmamıştı.
Kadın oturduğu
kanepeden güç bela kalktı. Başı dönüyordu. Ayakta zor duruyordu. Birden
hatırladı. Dün sabahtan beri bir şey yememişti. Gece kanepede ağlarken uyuya
kalmış, aldığı alkolün etkisiyle oracıkta sızmıştı. Kendini kötü hissediyordu.
"Bir şeyler yemem gerek, yoksa midem daha da ağrıyacak" diye düşündü.
Mutfağa gitti ve kendine yeşil çay yaptı. Bu midesine iyi gelecekti. Biraz
ekmek ve peynir aldı tabağına sonra kanepeye geri döndü. Bir yandan yiyip bir
yandan tekrar düşünmeye başladı. Neydi yanlış olan? Canı gibi sevdiği ve onun
da sevdiğine inandığı adam, onu niye terk etmişti? Üstelik çok kırıcı bir kavgayla bitmişti her
şey. Oysa dün birlikte Sapanca’ya gidip, hafta sonunu orada geçireceklerdi. Nasıl olabilirdi
böyle bir şey? Kâbus gibiydi. İnsanın inanası gelmiyordu. Neyin birikmişi ve
patlamasıydı bu? Hala anlayamıyordu. Beyni düşünmekten yorulmuştu. "Biraz
toparlanmam gerek, böyle olmayacak" dedi kendi kendine ve kalkıp uzun bir
duş aldı. Sıcak su iyi gelmişti. Midesindeki ağrı azalmıştı. Üstüne bir şeyler
giydi. Camları açıp evi havalandırdı. Hava çok güzeldi. Bahar yerini yaza
bırakmak üzereydi. Mis gibi hanımeli kokusu odanın içine dolmuştu. Çok severdi
bu kokuyu. Dışarı çıkmalıyım diye düşündü önce. Sonra yakın arkadaşlarından
birisini arayıp onunla birlikte sahilde oturmaya karar verdi.
45 dakika
sonra can dostlarından olan Büşra evindeydi. Apar topar gelmişti, şaşkınlık
içindeydi. "Hadi çabuk anlat, ne oldu da bu hale geldiniz, hani her şey yolunda
gidiyordu?" diye soran Büşra'nın yüzü hayret ifadeleriyle doluydu. Genç
kadın arkadaşına dışarı çıkmak istediğini, evin ona dar geldiğini, sürekli
dünkü kâbusu hatırlattığını söyledi ve evden çıkıp sahile indiler. Her zaman
gittikleri kafede denize yakın bir masaya oturdular. Yosun ve iyot kokusu kadını
biraz daha sakinleştirmiş gibiydi. Büşra ise merak içinde kıvranıyordu.
"Aysun, anlat artık, çatlatma insanı, ne oldu?" diye yeniledi
sorusunu. Aysun'un ağzından şu cümleler döküldü: "Aslında şimdi daha iyi
anlıyorum, bu işi ben bitirdim. Çünkü kendi kendimi tükettim. Bu adama çok açık
oldum ben, gizlide hiçbir şey kalmadı. Her dediğine evet dedim. Karşı çıkmadım.
Adam sıkıldı benden. Bir erkeğin fazla huyuna suyuna gidince, alttan alınca,
bir süre sonra cazibeni de yitiriyorsun anlaşılan. Bu erkeklerin ne istediklerini
anladığım gün mezarda olacağımdan eminim. Sıkıldım artık." Duyduğu nedeni
yeterli görmeyen Büşra, "saçmalama tek neden bu olamaz, sen bana şu
kavgayı anlatsana," dedi.
"Nesini
anlatayım kâbus gibiydi işte. Biliyorsun hafta sonunu Sapanca'da geçirecektik.
Dün sabah erkenden kalktım, çarçabuk bir şeyler atıştırdım ve giyinmeye
başladım. Çantamı akşam hazırlamıştım. 08.30 da gelecekti. Biraz daha erken
geldi. Çok suratsızdı. Sabah mahmurluğudur, uykusunu alamadı diye düşündüm.
Akşam özel bir organizasyonuna gidecekti. Geç yattı herhalde dedim. "Hala
hazırlanmamışsın bu ne uyuşukluk?" deyince birden sinirlendim.
"Hazır sayılırım ne oldu akşam geç mi yattın ya da fazla mı içtin,
tersinden kalkmış gibisin," deyince bu açtı ağzını yumdu gözünü. Hiç onu
bu kadar çirkin bir tavırda görmemiştim. "Ben alkolik miyim? Söylediğine
dikkat et, sen hep ağırkanlısın zaten, sabahın köründe kalkıp geliyorum hatun
hala hazır değil, mecbur muyum keyfini beklemeye?" gibi cümleleri sırlamaya
başladı. Arkası biraz daha farklı geldi tabi. Sanki adam, dolmuş dolmuş da
taşıyor gibiydi. Ben alttan almaya, onu sakinleştirmeye çalıştım. "Canım,
tamam benim suçum, yanlış cümle kurdum, seni kırdım. Özür dilerim sana bir
kahve yapayım. İstersen gitmeyiz, sorun değil, hadi biraz yatıp uyu"
değince bana şunu söyledi: "Sen ne garip kadınsın, burada sana bağırıp
çağırıyorum hala alttan alıyorsun. Bir gün olsun benimle doğru dürüst kavga
bile etmedin. Biraz sinirlenecek olsan hemen otokontrolün harekete geçiyor.
Bıktım senin şu uzlaşmacı kontrolünden. Hiç mi kendini serbest bırakmazsın sen?
Daha önceki
ilişkilerinde erkeğe taviz vermeyen ben, çok canı yandığı için kendini
değiştirmeye adayıp başarmış birisi olarak bu kez uzlaşmacı davranmam nedeniyle
suçlanıyordum. Şimdi söyle bana, sence başka neden olabilir mi? Adam benden
sıkıldı. Daha sonra sözleri iyice çirkinleşti, benimle devam etmek istemediğini,
onu anlayamadığı biçimde yönlendirdiğimi, fazla kontrollü olduğumu söyledi ve
her şey bitti deyip, çekip gitti."
Büşra,
"anladım canım, anladım" deyip bir süre sessiz kaldı. İşte o an
Aysun, artık olayı iyice çözmüştü. Erkekleri anlamak zordu. Eğitimsiz ya da az
eğitimli, kendi halinde, her şeyi olduğu gibi kabullenen kadınlar galiba daha
şanslıydı. En azından bahtına çıkana katlanmak zorunda kaldıkları için böyle
olaylarla kafalarını yormuyorlardı. Kadın biraz akıllı ve eğitimli olunca,
erkekler açısından iş değişiyordu. İlla bir maraz doğuyordu. Daha önceki erkek
arkadaşı ona "senin bu akıllı halini sevmiyorum, aptal haline
bayılıyorum" derdi. Ama bu kez değişmişti. Taviz veren, üsten konuşmayan,
çok didişmeyen bir kadın olmuştu. Üstelik bu hale gelmek için onlarca kişisel
gelişim kitabı okumuş, eğitimlere katılmıştı. Yani kendini değiştirmenin
yollarını öğrenmiş ve bunu başarmıştı. Peki, sonuç ne olmuştu? Yine acı ve
içini kemiren bir kızgınlık.
Büşra sessizliğini
bozdu: "Aman bırak ya erkek milleti işte, bunları anlamak gerçekten zor.
Giderse gider, dönerse gelir. Hem de utançla af dileyerek gelir. Dönmezse de
kendi bilir. Bu adamlara yaranılmaz kızım. Orta ayarı tutturacağım derken
sürekli ödün veren taraf biz oluyoruz.”
Aysun, o an
bir karar verdi. Bir daha sevmeyecekti. Bir erkeğe kalbini bir kez daha
vermeyecekti. Madem otokontrolü bu kadar güçlüydü, sevmeden, aşık olmadan bir
ilişki yaşayabilirdi. Tıpkı pek çok erkeğin yaptığı gibi… Böylece canı yanmazdı.
Üstelik olduğu gibi davranacak, kendini sınırlamayacaktı. Ama bir daha asla,
bir erkeği kalbine almayacaktı.
Şadan HERGÜNER