28 Mayıs 2016 Cumartesi

MİSKİNLİK İŞ BAŞINDA

Bugün kendimi çok yorgun, bitkin, halsiz ve isteksiz hissediyorum. Keyfim de yok. Biraz soğuk almış gibiyim. Artık yaz gelsin istiyorum. Bıktım bir serin bir sıcak dengesiz havalardan. Gerçi dünyanın ekolojik dengesini bozan bizler olduğumuzdan şikâyet etmeye pek hakkım yok ama kendi başıma bozmadım ya bu dengeyi ben…  

Çocukluğumda hatırlıyorum da Mayıs ayı ne kadar sıcak olurdu. Haziran ise tam yaz mevsimi sıcaklığında geçerdi. Şimdi öyle mi? Yazın ortasında soğuk hava, kışın ortasında sıcak hava görüyoruz. Haziran sıcaklarında okula gitmek zor gelirdi. Ders dinlemek kâbus gibi olurdu. Hep dışarıda olalım isterdik. Vallahi hatırlıyorum bir kez okulun bahçesinde ders yapmıştı öğretmenimiz. Ama ne dersiydi onu hiç hatırlamıyorum.

Pek bir tembelim bugün. Hiçbir şey yapma isteğim yok. Uyuşuk, miskin, istemsiz bir ruh halindeyim. Sanırım 
buna atalet duygusu deniyor. Atalet;  tembellik, işsizlik, uyuşukluk, devinimsizlik, çalışmadan oturma ve gevşeklik halidir. Kısacası tembellik ama biraz farklı bir tembellik!  Motivasyon yoksunu, istem eksikliği halidir. Harekete geçmek için bir neden bulamazsınız. Şöyle bir silkinmek isteseniz de bu duygu elinizi, kolunuzu bağlar. Ben de öyleyim. Bugün, ATALETİM azdı benim.



Şimdi kendime bir neden yaratmam, onu da zorunlu kılmam lazım. Biraz ite kaka da olsa yapmalıyım. Of ya, yaz gelsin, güneş gökyüzünde asılı kalsın bak o zaman nasıl harekete geçerim.


Günce Yazarı

27 Mayıs 2016 Cuma

SEYAHATNAME

Bir kaç günlük aradan sonra tekrar yazabiliyorum GÜNCEM'i. Yollarda olmak, uzun seyahatler hem keyifli hem yorucu. Yolun sonunda hedefinize varabiliyorsanız ne mutlu ama yok hedef istediğiniz gibi değilse o zaman da hüzün oluyor.

Aslında insan şöyle çok uzun yolculuklara çıkmalı. Yıllarca sürecek seyahatler yani gezginlik gibi…

Neler yaşanır, neler görülür, nelerle karşılaşılır, kim bilir? Deneyim dediğin böyle yapılmalı. Yeryüzünü dolaşın diye Kur’anı Kerim de bile bilgi var. Biz klasik koşullarımız yerinde olmadan yapamıyoruz bunu. Korkuyoruz, sonra ne olur diyoruz? Tabi kolay bir iş de değil hani, alıp başını ben seyyah oldum deyip gitmek. Ama yapanlar o kadar çok ki! Yani istenirse yapılır diyorum. Biraz parayı cebine koyup, (başlangıç yolculuğu için) sonra gittiğin yerlerde para kazanma yolunu bularak pekâlâ başarılır bu iş.


Fakat yaşın genç olması gerek. Belli bir yaştan sonra her şey zor gelir insana. Gözü kara, cesur, dayanıklı olmak geçken daha kolay. 
Keşke yapabilsem ama benim için hiç kolay değil. Yapanlara pek bir imreniyorum. Yolları açık olsun.


Günce Yazarı

22 Mayıs 2016 Pazar

UYKU VAKTİNE ÇEYREK KALA; YORGUNUMMM


Çok koşuşturmalı bir gün daha bitiyor. Dışarıda yağmur son sürat yağıyor.  Zaten bugün hep yağdı. Ben yarın uzun bir yola çıkacağım ve tüm yüreğimle sabah saatlerinde birazcık da olsa yağmurun kesilmesini diliyorum. Evimin tepe camları var. Yağmurlu havalarda damlaların cama vurma sesleri pek bir gürültülü oluyor. Umarım uyumama engel olmaz.

                                                                                                                                                     
Bugün koşuşturmalarım içinde anladım ki, ben bazen bir şeyleri gözümde fazla büyütüyorum. “Yaa, şimdi bunları nasıl yapacağım ya da nasıl yetiştireceğim?” dediğim şeyler, zoru görünce hemen halloluveriyor. Bazen insanları da gözümde büyütüyorum. Kimisi bunu hiç hak etmezken, olumsuz yönde gözümde büyüyenler de aynı konuma geliyor. Yapmayacağım artık. Bugün karar verdim, gereksiz yere gözümde büyütmeyeceğim olayları da insanları da.  

Belki birkaç gün günceme bir şeyler yazamayabilirim. Ama en kısa sürede telafi ederim. Şimdi biraz okuma ve uyku vakti… Yarın güne oldukça erken başlayacağım.


                                                     Günce Yazarı

21 Mayıs 2016 Cumartesi

GÜNÜN GETİRDİKLERİ; İş - Güç

Güne ne kadar erken başlarsam o kadar verimli oluyor. Bugünüm hızlı geçti. İş üretince zaman nasıl geçiyor anlamıyor insan. 

Sabah kahvaltı ve işlerin ardından biraz çalışma yaptım. Sonra dışarı çıktım, ufak tefek işler ve eve döndüm. Ardından yemek yaptım zira hiç yiyecek bir şeyim kalmamıştı. Yemek yapmayı pek sevdiğimi söyleyemem. Çok da geç öğrenmişimdir yemek işini zaten. Ama iyi yemek yaparım. Ailem, arkadaşlarım beğenirler. Sırrım ise kısık ateş, yakışan baharatlar, pişene kadar başından ayrılmamak ve internet. İlk izlenimlerim annemin yemek yaparken yanında olduğum süreçlerde gözlemlediklerimdir. Sonrası ise internetten aldığım aklıma ve mantığıma uyan tarifler…


Her neyse yemeğin ardından dolapta duran elmaları değerlendirmek adına bir internet tarifiyle elma reçeli yaptım. Bir gün sonra bir süreliğine şehir dışına çıkacağım ve elmaları da hemen tüketemeyeceğim için bir yol bulmam gerekiyordu. Daha önce portakal kabuklarından reçel yapmayı denemiştim.  Vallahi ikisi de pek güzel oldular.

Evet, günüm bunlar ve başka işlerle pek dolu geçti. Şimdi film izleyeceğim. Sonra kitap okuma ve uyku. Yarın da işler güçler, koşuşturmalar var. Sağlık ve huzur olsunda hep koşturalım.


Günce Yazarı

20 Mayıs 2016 Cuma

BİLGE SÖZLERİ

Bir bilgeye sormuşlar:

“Dünyada en çok kimi seversin?”
“Terzimi severim.” diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar.
“Aman üstat! Dünyada sevecek o kadar insan varken, terzi de kim oluyor? O nereden çıktı şimdi?” Demişler. 

Bilge, bu soruya şu yanıtı vermiş:
“Evet, dostlarım ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler; ölünceye kadar da, beni hep aynı kalıpla ve aynı gözlerle görürler.”

Bu kıssadan hissenin içeriği ön yargılı yaklaşım anlaşıldığı gibi… Ön yargı ise;  bir kimse ya da bir şeyle ilgili olarak belirli koşul; olay veya görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu ya da olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hükümdür.




Ön yargılarımdan arınmaya başladığımda hafiflediğimi de hissettim. Boşuna yük olarak taşımışım sırtımda onları. Zarardan başka bir şey vermediler bir de ağırlık yaptılar.
Hayatımdaki en önemli deneyimlerimden biri oldu ön yargılarımdan kurtulmak! Kulak misafiri olanlara tavsiye ederim.

                                                                                    Günce Yazarı



19 Mayıs 2016 Perşembe

KARDEŞİMİN DÜNYAYA TEŞRİFİ

İnsan yavrusu en zor büyüyen canlıdır. Önce annenin karnında uzunca bir oluşum ve gelişim yaşar. Tam 9 ay 10 gün sürer bu, bu arada insafına göre; anacığına pek zor şeyler yaşatır ya da yaşatmaz. Kusturur, yedirmez, yataklarda yatırır, canı isterse tekmeler ve bolca kilo aldırtır. Annesini duygu değişimlerine sokar, ağlatır, korkutur hatta bazen bunalımlara bile sokar. Ne zahmetli bir süreçtir bu.

Dünyaya geldikten sonra ki büyüme dönemi ise yaklaşık 16 – 18 yılcık sürer. Erken olgunlaşanı varsa da genellikle aklını başına toplaması bu kadar uzundur. Ama her evlat anası, babası için her daim çocuktur, ilgilenmek ister. O nedenle söylenmez mi, ana – baba hakkı ödenmez diye? 


Bu girizgâhı yaptıktan sonra geleyim sadede. Biz iki kardeşiz. Kardeşim benim küçüğümdür. Pek severiz birbirimizi ama geçmişimiz çatışmalıdır. İkimiz de ASLAN burcuyuz. Düşünün artık gerisini… Lider ruhlu, baskın, lafını geçirmek isteyen iki kişilik! Ah ne yaramazdı o. Benim yazılı olarak hazırladığım defter ödevlerimi falan silerdi.

Bir keresinde yazdıklarımı okumak için parmak kaldırıp ayağa kalktım, okuyacağım bir de bakarım ki yarısı silinmiş. Düşünebiliyor musunuz çalışkan bir öğrenci olarak durumumu?  “Öğretmenin hazırladıklarımı kardeşim silmiş” demek zorunda kalmıştım. Ne rezillik. Amaaaa eve gidince okudum canına tabi… Daha neler var? Aklıma geldikçe yazacağım. Şimdilerde iyiyiz Allah bozmasın. Anne, baba gidince iki kardeş çok kenetlendik.

Peki, nasıl teşrif etti bu benim muzur kardeşim hayatımıza onu da anlatayım. Hep takılırım ona “ben istemeseydim sen olmayacaktın” diye. Ama gerçek payı büyük…  Canım anneciğim beni dünyaya getirdiğinde doktorlar, babamı kenara çekip,” Eşinizin sağlığı doğum yapmaya uygun değil, kalbi bebeği çok zor taşıdı. Bir doğumu daha kaldırmaz haberiniz olsun” demişler. Babam da ikinci bir çocuğu asla istememiş. Annem ve babam aşk evliliği yapmış insanlar, sevgi ağar basmış.

Ben büyümeye yüz tutunca tutturmuşum anneme kardeş isterim diye. Çok büyük bir sitede yaşardık, hastanesi de içinde olan bir lojman siteydi. “Bak anne, Melih’in annesi hastaneden kardeş aldı Melih’e. Sende git al bana” demişim defalarca.                 
Melihler alt komşularımızdı. Ana yüreği dayanmamış bu feryada ve babama “ölümü de göze alacağım, çocuğumun isteğine uyacağım, sen de kırma beni” demiş. Allah kısmet etti, teşrif etti bizim ufaklık. Ama annem için kaç doktor seferber olmuş ve babacığım çok büyük uyarılara maruz kalmış. Neyse şükürler olsun ki her ikisi de bana yar oldular.

Velhasıl, benim kardeş ben istemeseydim olmayacaktı. Ama bu dünyaya gelmesine aracı olmakla onun adına iyi mi ettim, kötü mü bilmem de, bana çok iyi oldu. Allah beni kardeşimin gerisine bırakmasın.

Günce Yazarı


18 Mayıs 2016 Çarşamba

YIKA DÖKE OLGUNLAŞTIM

Çok garip bir döngümüz var. Allah bizi böyle yaratmış. Doğuyoruz, anamız- babamız bizi büyütüyor, öğretiyor, eğitim aldırıyor, evladım vatana, millete ve ailesine hayırlı insan olsun diyor. Tabi olması gereken standart düzenden söz ediyorum. Sonra bırakıyorlar bizi tek başına hayat mücadelesine dalıyoruz. Olması gereken bu…  


Ben de böyle çıktım yola ama hatalar yaptım herkesler gibi. Sonra çok üzüldüm nasıl yaptım bunları diye.  Yaş aldıkça, hayatın kazıklarını yedikçe, hatasız kul olmazmış gördükçe büyümekle kalmayıp olgunlaştığımı anladım. Geçmişteki hataların gelecekteki deneyimler olduğunu öğrendim.

Önceleri sinirlendiğimde, son sözümü başta söylemekten çekinmezdim. Müdanam olmazdı. Ama bu bana kaybettirdi. Her insanı olduğu gibi kabul etmek zorunda olduğumun farkına vardığımda bu huyumdan vazgeçtim. İnsanları öylece kabul etmeyi ama ruhum uymuyorsa,  selamlaşmanın ötesine gitmemeyi öğrendim. Kırdıktan sonra pişmanlık duymak yerine, karşımdakini kırmayıp, kendimi de üzmemeyi öğrendim.



Hayat bana her insanın farklı bir yapıda olduğunu, özü iyi olup sabırsız ve patavatsız olabileceğini, beni veya başkalarını kırdıktan sonra pişmanlık duyabileceğini de öğrettiği için dikkatli ve hoşgörülü olmayı öğrendim.



Kızıp sinirlendiğim, tıkandığım anlara gelince… Çok zorlanıyorum  “acı” konuşmamak için.  Ama biliyorum ki ağzımdan çıkacak kelimeler dönüşü olmayacak yola sokabilir beni. O yüzden susmayı tercih ediyorum.


Günce Yazarı

17 Mayıs 2016 Salı

HAREKETLİ BİR GÜN; Çarşı, Pazar Dolaşmaca


Bugün aynı binada oturduğum, çok da kafa dengi arkadaşımla şehrimizin en hareketli yerine,  merkeze gidip hem gezinti,  hem de gerekli alışverişlerimizi yaptık. Pek güzel oldu. Sokak çay evinde simit çay keyfi, salaş bir esnaf köftecisinde köfte – ayran,  eve dönmeden de son çaylar ve kurabiye keyfi yapıp, metromuza bindik geldik evimize. 

Dönüşte metro doluydu tabi. Genç kardeşlerimiz ellerinde telefonlarla çok meşgul ayaklarına yatıp, büyüklerine yer vermez haldeydiler. Üzüldük bu duyarsızlığa. Ama zamane ne yazık ki böyle… Yapacak bir şey yok.



Bu arada çok alışveriş yaptım sanmayın, sadece mecburi olan bir iki şey aldım. Dün yazmıştım artık daha az eşya ile yaşamaya başlayacağımı. Fazlalıkları eleyeceğimi…  Bugün aldıklarım elzemdi vallahi. En önemlisi de çavdar unu aldım doğal malzemeler satan bir yerden. Evde ekmek yapmaya başlayacağım. Artık el değmemiş ekmek yemek istiyorum. Gerçi daha önce hiç yapmadım ne kadar başarılı olacağım bilmiyorum ama denemekten bir şey çıkmaz değil mi?

Taze çekilmiş Türk kahvemi de aldım. Tam bir kahve tiryakisiyim. Sabahları kahvaltı sonrasında mutlak kahve keyfim vardır. Kocaman bir fincanım var,  kahvesi bol konmuş bir şekilde pişirir, keyifle içerim.  Bu hiç şaşmaz bir geleneğimdir. Paket kahveler pek hoşuma gitmez, taze çekilmişin kokusu bir güzel ki! Buram buram kahve kokusu sarar evi… Duyan gelir dermişim burası hikâye tabi. Davet ettiğim gelir. Ama kahvecilerin çevreleri çok hoş kokar ya işte oradan geçerken, aş ermek denen şey gibi kahve içmek isterim. Zaten eve gelince hemen içtik arkadaşımda birer akşam kahvesi. Velhasıl güzel bir gün geçirdim. Hareketli ve bereketli!


Günce Yazarı

16 Mayıs 2016 Pazartesi

ÇOK BİRİKTİRDİĞİMİ ÖĞRENDİM

Öğrenmek dediğin iş doğumdan ölene kadar sürüyor. Öğrendiğin her yeni şey ne kadar az bildiğini gösteriyor. Anneciğimin lafı gibi, “bunu da gördüm ya bir yaşıma daha girdim” derdi

Ben de bugün vakitsiz bir yaş daha aldım. Çünkü kendimle ilgili bir gerçeği iyice anladım. Ne kadar çok biriktiren insan olduğumun farkına vardım. Kardeşim, anı biriktir, biraz paracık biriktir, mümkünse eğer dost biriktir ama bu kadar eşyayı ne demeye biriktiriyorsun? Hesapta da fazlalıkları hep veriyorum.

 Elimi nereye atsam bir gün lazım olur diye tuttuğum birkaç parça şey çıkıyor. Hafiften kilo aldığım için içine giremediğim, kalitesi olan ama üzerime olamayan giysilerim dolaplarda boy gösteriyor.  Ah başka daha kim bilir neler var gözden uzak yerlerde duran, benimse hatırlamadığım?

Vallahi ödüm koptu,” yaşlandıkça evimi çöp eve çevirir miyim?” diye…  Ne bileyim hiç araştırmadım bu özellik nasıl oluşurmuş, tam bilmiyorum. Kulağıma çalınan bilgiler var ama yeterli değil,  hemen araştıracağım konuyu.


Keşke bizde de garaj satışları olsa da fazlalıkları satsak.
Amerika’da yaygınlaşan bir tarz varmış. Geçen gün benim evde birlikte yemek yerken arkadaşım söyledi; 100 eşya ile yaşamak. Her birey için evde 100 adet eşya ile yaşıyor insanlar. Ah canım arkadaşım bendeki eşya fazlalığını gördüğünden anlatmış bunu bana demek.

Az eşya ile yaşamak; çok akıllıca bir iş. Biz ne yapıyoruz?  Eşyalarımıza hizmet ederek, onları temiz pak tutup ya lazım olursa diye onlara bekçilik ediyoruz. Kullanmadığım tabak, çanak, çömlek bir dolu maşallah.


Ben bugün öğrendim ki, azıcık silkinmek, hafiflemek, eksilmek durumundayım. Ama kişiliğimden değil, sadece fazla eşyalarımdan.


Günce Yazarı      

15 Mayıs 2016 Pazar

ESKİYE RAĞBET HİÇ BİTMEZ

Kendimi bildiğimden beri eskiye pek bir düşkünümdür. Otantik ve rüstik her şeyi severim. Buram buram tarih kokan mekânları, taş evleri, sokakları, ev döşemesini çok beğenirim. Vallahi ya ruhum çok eski ya da sanki ilk halleriymiş gibi gördüğüm için eskiyi seviyorum.

Çocukluğumda çok özendiğim bir şey vardı. Osmanlı Sarayında, Lale devrinde yaşamak; saltanat kayıklarıyla Küçüksu’da, Göksu’da sefa yapmak!  Sanırım Türk filmlerinden gördüğüm sahneler düşündürürdü bana bunu.  

Çocukluğumdan gelir eskiye düşkünlük. O yüzden severdim anneannemin evinde olmayı. Taş ve ahşaptan yapılmış bir ev, Konak kapıları gibi kocaman heybetli oda kapıları ki, çift kanatlıydılar. Anahtarları bile büyüktü. Konsollar vardı, üzerinde kocaman aynalar olan.  Konsolların çekmecelerinde bambaşka bir koku vardı. Ben ona anneanne kokusu derdim. Canım benim artık lavanta mı başka bir ot mu koyardı çekmecelere ki, hafızama kazınmış bu koku.  Anneannem o çekmecelerden çıkarıp, bana uçuk sarı – vizon arası rengi olan bir yemeni hediye etmişti. Oyaları pek güzeldi, baskısı da. Hala durur, biraz yıpranmış olsa da. Ama kokusu yok tabi.

Sonra sedirler vardı odalarda. Cam önleri boyunca uzanan L şeklinde sedirler. Sert oldukları kalmış aklımda bir de kanaviçe işli örtüleri ve yastıkları. Pek bir güzeldiler. Koşturup hemen otururdum üzerine sedirin ve bahçeye bakardım. Demir parmaklıkların olduğu pencerelerden bahçeyi gözlemek güzel gelirdi bana.
Ah şimdi anımsadım anneannemin arı kovanları vardı bir de. Hayvanları çok severdi. Yüzene maske, eline eldiven geçirir bal çıkarırdı bize. Bir keresinde, arılardan korktuğum halde yanında durmuştum. O da ilk baldan yedirmişti bana. Ah ya neler neler var daha? Yaz yaz bitmez bu öyküler. Gerçi ben çok erken kaybettim anneannemi,  13 yaşındaydım. Çokkkk üzülmüştüm. İlk gördüğüm ölmüş insandı. Beyaz, iki uzun örgü yapılmış saçları, yüzünün iki yanından omuzlarına uzanıyordu. Pamuklar içindeydi, çok güzeldi. Nurlar içinde uyu canım benim.  Of, ne güzel şeyler yazarken nereden geldim bu acılı anıya?

Evimde de vardır eski eşyalar. Hiç olmazsa anneciğimden olanlardan bir şeyler yapıyorum ev dekorasyonuma. Anneanne evindekiler kadir kıymet bilmeden atılıp gittiler tabi. Sonraki ev sakinleri eski eşyaları yenileriyle değiştirdi. Pirinç karyolalar atıldı. Her Neyse…  Dedikodu yapmayayım.
Evimde kanaviçe işli yastıklar, dantellerden yapılma belki 50 – 60 yıllık özel örtüler var. Anneciğimden hepsi.  Bir de tek kişilik yataktan oluşturduğum özel örtüsü olan bir sedirim var. Diyorum hep, ESKİYERAĞBET hiç bitmez. Zaman bozulup, her yer kirlendikçe daha çook özleriz eskiyi biz.

Günce Yazarı



14 Mayıs 2016 Cumartesi

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ Sabır Suküneti Sağlar

Her zaman hoşgörülü ve alçak gönüllü olmaya özen göstermişimdir. Özellikle Kişisel Gelişimle tanışıp, bütünleştikten sonra…  Ama kafamın tasını attıran olaylar yaşayınca kibirli hallere bürünmüşlüğüm de vardır. O halime sonradan kızarım da, gel gelelim canım babacığımdan aldığım çabuk hiddetlenme özelliğim vardır. Ne yapalım, her güzelin bir kötü huyu olur.


Sıcakkanlı, kolay iletişim kuran, yüreğini çabuk açan bir yapım olmasına rağmen,  dayanma noktamı aşan durumlarda fena patlarım. İşte o an gözüm pek bir şey görmez. Allah’a şükür çok nadir olur bu. 20 yıla yakın süredir kişisel gelişim öğretileriyle haşır - neşir biri olduğum ve  güçlü bir Allah inancı taşıdığım halde hala istediğim gibi frenleyemiyorum bu yanımı. Yalnız geçmişe nazaran nur nimetim, onu da söyleyeyim.  Çünkü insan ister ve inanırsa kendinde büyük değişimler yapabilir.

“Şimdi bunları niye yazdın?” derseniz, cevaplayım: Bugün de hafiften patlama konumuna geldim. Kendini pek akıllı gören, aslında kendinden başka bir şey düşünmeyen, azıcık da kıt akıllı olan bir tanıdığımın olmayacak bir davranışına maruz kaldım. Bu tarz kendini bilmezlere pek sinir olurum. İşlerini sana gördürmeye çalışır, sen hallettikten sonra da hemen yok oluverir,  seni yarı yolda bırakırlar. İşte anlattığıma benzer bir durum yaşadım. Bu aklı evvele haddini bildirmek üzere ağzımı açmışken kendime hâkim oldum. “Dur ya ne yapıyorsun sen? Hani bastıracaktın sinirini, bunun gibi aklı kıtların bile ayıbını yüzüne vurmayacaktın?” dedim. Derin nefesler alıp bıraktım gitsin yoluna diye.

Ayıbı yüze vurmamak tüm dinlerde ve öğretilerde vardır. Bunu bugün yapabildim şükürler olsun ama bir gerçek daha var ki, o da ruhunun uyuşmadığı insanlarla merhabalaşmanın dışında bir arada olmak zorunda değilsiniz. Bu kişiyle ben de bundan gayrı selamlaşmaktan başka yakınlıkta olmayacağım.

İşte bir kez daha öğrendim; sabırlı olmak, gerektiğinde sessiz kalmak karşıdakinin üstünlüğünden değil senin manevi gücünün yüceliğindendir. Görmüş, geçirmişliğindendir.  Geçmişte müdanasız olup çok gemi yakmışlığım vardır, özellikle iş hayatında. Şimdiyse,  firen sistemini güçlü kılmanın zamanıdır diye düşünüyorum.    


Günce Yazarı

ÇOCUKKEN ÇEKİNGEN BÜYÜYÜNCE TUTTUĞUNU KOPARAN OLUNUR MU?

Çok çekingen, sıkılgan bir çocuktum. İnsanlara, olaylara temkinli yaklaşırdım. Anne ve babamın tembihlediği her şeye uyardım. Annem “bugün hava soğuk, teneffüste bahçeye çıkma” derse, çıkmazdım.

Sessiz, sakin, laf söz dinler bir çocuktum anlayacağınız. Bu durum yüksek öğrenimden sonra iş hayatına atılınca biraz değişti tabi. Hafiften cazgırlaşıp, tuttuğunu koparır hale geldim. Hayat özellikle de iş hayatı insanı ister istemez değiştiriyor. Ama şunu söyleyeyim; saygılı, etliye sütlüye çok karışmayan, kavga gürültü sevmeyen, gerektiğinde sessiz kalmayı bilen yanım hep kaldı. Çekingenliğimi epeyce kırdım fakat hiçbir zaman yırtık bir tip olmadım. Yani hamurunuz neyse, pişerken sadece hamlığı gidiyor. Özü aynı kalıyor. Yaşamın getirdiği deneyimlerle yaklaşımlarınızı değiştiriyor, kendinizi gidişata göre törpülüyorsunuz.

Anne baba sözü dinlemek iyidir. Onları kaybettiğinizde kendinizi huzurlu hissedersiniz. Vallahi dinlemediğim zamanlarım olmadı değil ama karşı çıkmazdım. “Tamam, yaparım” derdim hiç olmazsa onları üzmezdim. Anneciğim bana “senin bu huyunu seviyorum, dediğimi yapmasan bile peki anne istediğin gibi yaparım diyorsun ya, mutlu oluyorum” derdi.  Ah, hey gidi günler hey. Keşke annem ve babam benimle kalsaydı da ben her dediklerini eksiksiz yapsaydım. Ama çocukken, ergenken ve yetişkinken de anne ve babalarımızı kırıyor, üzüyoruz. Bu da işin doğasından geliyor sanırım.
Deneyim denen şey yaptığımız hatalardan öğrendiklerimizdir.

Günce Yazarı


SOKRATES DER Kİ;

Sokrates M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı düşünür ve filozoftur.  
Platon'un hocası olan Sokrates’in, görüşleri ve tartışmaları yeni iktidarın temsilcileri tarafından beğenilmediği için;  yeni tanrılar icat ettiği, görüş ve tartışmalarıyla gençleri baştan çıkardığı gerekçeleriyle ölüme mahkûm edilmiştir. Ben hiçbir şey bilmediğimi biliyorum” diyebilecek kadar mütevazı bir adamdır.
İdam edilmeden önce karısı Sokrates’e şöyle der:
"Ama sen suçsuzsun; suçsuz yere idam ediliyorsun."
Sokrates de buna karşılık şu cevabı verir:
"Be kadın, suçlu olarak idam edilmemi mi yeğlerdin?"


Sokrates’ten birkaç söz:

Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır.

Kendini bulmak istiyorsan, kendin için düşün.

Ne pahasına olursa oIsun, evlenin. Karınız iyi çıkarsa mutlu olursunuz. Yok, fena çıkarsa o zaman da filozof olursunuz. 

Günce Yazarı

13 Mayıs 2016 Cuma

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ

İktidar Hırsı


Arkadaşlar bugün kayda değer bir şey yaşamadım. O nedenle geceden kalan bir kıssadan hissem var. Muhteşem Yüzyıl dizisinin Kanuni’yi anlatan serisini seyretmediğimden kusur kaldım diye, Kösem serisini izleyim dedim bu yıl. Pek televizyon seyretmem de. Seyreylediklerim azdır. Bu arada neyi seyredecek, beğenecek olsam genel beğeniye uymadığından kalkar yayından. Muhteşem Kösem’i de pek beğenerek izlemediğimden midir nedir devam ediyor.


Hırs, iktidar, güç adına yapılan kıyımları görmek çok canımı yakıyor. Bebeklerin bile canına kıyan bir saltanat anlayışı taşıyan süreçten geliyor olmak da beni üzüyor. Nasıl bir vicdansızlıktır bu yapılanlar? Yüzyıllar boyunca sürmüş. Sadece Osmanlı’da değil tabi tüm imparatorluklarda var bu. Adına sultan denen Ermeni, Rum, Rus, İtalyan hatunlar yönetmişler Osmanlıyı. Geceki bölümde;  bu hırsla aklını bozmuş, ne soydan olduğunu bilmediğim bir DEVŞİRME sultan, aklını yitirmiş oğlunu tahtta oturtmak için öz kızının canına kıyılmasına izin veriyordu. Bunlar gerçekler…

Kime kalmış bu dünya nimetleri anlamıyorum ki? Ölünce girdiğin yer 2 metrelik bir çukur. Bir de Allah inancı taşıyan insansan yaptığın yanlışların bedelinin hesabını verme durumu var. Bence bu tarz insanlar, inanç taşımayanlar. Taşısalar bu kadar acımasız olamazlar. Allah hepimizi inançlı gözüken, inançsızlardan korusun.

Halime şükürler olsun. Hiç kimseye bile isteye zarar vermedim. Bunun ne önemli bir değer olduğunu gece seyrettiklerimden sonra bir kez daha öğrendim. “Canlarımız, eylemlerimizin esiridir.” Bu gerçeği iyice öğrendim.  

Günce Yazarı



DENGE MESELESİ

Hiç uyuyamadığım bir gece ve gündüzün ardından gelen gece, 9 saat uyuyunca, kalktığımda sersem sepelek dolandım ortalıklarda. Ne önemli bir durumdur şu uykuyu düzenli uyuma işi. Öyle bir sistemle yaratılmışız ki, metabolizma bir şaştı mı toparlanmak zaman alıyor. Bugünden pek hayır yok bana sanki. Eee ne yapayım kahvenin üstüne oturup biraz yazayım bari dedim. Şu anda bir kuruma bağlı çalışmadığım, özgür ruhlu çalışan olduğum için halime de şükrettim tabi. Uykusuz ya da düzeni şaşmış vaziyette işe gittiğim zamanları düşününce,  yaşadığım rahatlık tam bir lüks oluyor. Lükslerime şükürler olsun.

Dışarıda lodosun sıkı sıkı estiği sıcak bir hava var. O da serseme çeviriyor insanı. Doğanın dengesi şaştı bir kez. O taparlar mı kendini bilemiyorum ama bir soğuk gün, bir sıcak gün döngüsünü yaz, kış yaşar olduk neredeyse. Dışarı çıkıp biraz market alışverişi yapmam lazım. Şu boğazımızı doyurma işi de ne menem iştir. Aldığın hemen tükenir yenisini alman gerekir. Allah eksikliğini göstermesin.

Almak deyince aklıma canım annemin her şeyi yedekleme tedbiri geldi. Tüm yiyecek maddeleri yedekli olurdu evimizde. Olur ya birden biterse, dışarı çıkıp alamazsam ya da param olmazsa gibi düşüncelerle, tüketim süreçlerine uygun yedeklerdi yiyeyecekleri.  Eskilerin anlayışı buydu zaten bizlere pek yansımasa da tedbiri elden bırakmamak. Böyle dedim ama ben de pek tedbirliyimdir. Uyarım annemin öğrettiğine,  onun kadar olmasa da kötü gün malzemem, üç beş kuruş param olur hep. 

Annelerimiz kiloyla, onların anneleri tenekelerle, bizlerse taneyle alıyoruz ne alacaksak. Zaman öyle… Evlerimiz hap kadar, nereye yığacaksın stok malzemeyi. Hangi paralarla alacaksın bir yıllık ihtiyacını. Bizler günlük yaşar olduk, onlar gibi uzun vadeli alışveriş yapamayız ki! O dönemlerin huzurunu bolluğunu ve bereketini bizden sonrakiler ancak yazılı bilgilerde bulabilecekler.

Ay nereden geldim bu konuya anlamadım vallahi. Düzenim şaştı, biraz endazem kaydı ya bugün, bunlar çıkıverdi kalemimden. Ah pardon ya klavyemden tabi ki…


Günce Yazarı

12 Mayıs 2016 Perşembe

YANAN ODUN KOKUSU

Arkadaşımla iki doğasever olarak oturduk doğanın içine kurulmuş bir mekâna ve dertleştik biraz kahvelerimizi içerken. Geçmişten, günümüzden ve geleceğe bırakacağımız izlerden konuştuk. İşte tam o anda mekânın doğal fırınından yanan odunun kokusu geldi burnuma ve çocukluğuma gidiverdim. Bayılırım o kokuya. Duyduğum her yerde uzanır anılarım, geçmişin en güzel zamanlarına.

Anneannemin Rumlardan kalan büyük bir evi vardı. Çok severdim o evde olmayı. Kocaman odalar, mahzen dedikleri büyük bir ardiye odası, yeşil bir bahçesi, ağaçları, çiçekleri, küçücük bir süs havuzu, bir de kuyusu vardı. Büyük yatak odasının içinde gömme dolap gibi yapılmış banyosu vardı. Bayramlarda giderdik ve kalabalık bir aile olarak hep birlikte olurduk. Biz çocuklar dağılırdık evin her yerine. Anneannem kuzine denen sobada odun ateşinde yemekler yapardı bizlere. Evlatlarına ve torunlarına eşsiz lezzetler sunardı. Hepimizin neyi sevdiğini gayet iyi bilirdi. Ne muhteşem bir kadındı.  


İşte yanan odun kokusu beni o günlere götürdü ve ne kadar güzel bir evde ne kadar mutlu ve huzurlu anlar yaşadığımı hatırladım. Sonra sordum kendime, “neden eskinin huzuru, temizliği günümüzün kolaylıklarına karşı daha evladır?” diye.


Günce Yazarı

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ

Sevdiklerimizle birlikte olmanın, onlara zaman ayırıp, paylaşımlar yapmanın ne kadar gerekli ve ruhsal anlamda doyurucu olduğunu yoğun olarak hissettim bugün

Uzun zamandır evlerine gidemediğim arkadaşım ve dünya tatlısı annesine gittim. Keyifli bir yemek yedik, sohbetler ettik. Hasret giderdik. Epey birikmiş lafımız, sözümüz varmış meğer.

Geç bir saatte yataklarımıza gömüldük ama nedendir bilinmez hiç birimiz doğru düzgün uyuyamadık. Sabaha yakın saatlerde sırayla dolandık evin içinde. Sonrada mutfakta arkadaşımla bir araya geldik sabahın dört buçuğunda. Yani uykusuz bir gece oldu. Varsın olsun. Önemli olan birlikte olmamız, lafımızı ve sevgimizi o güzel yemek masasına katık etmemizdi.

Sevdiklerimize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza ve akrabalarımıza zaman ayırmak, unutmamak çok güzel ve huzurluymuş. Bir kez daha öğrendim.


Günce Yazarı

11 Mayıs 2016 Çarşamba

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ

Bugün, yardım etmenin gerçekten huzur veren, kendini iyi hissettiren olağanüstü bir duygu olduğunu yeniden öğrendim. 

Hasta arkadaşıma bir çorba yapıp götürdüm. Nasıl mutlu oldu? Hastalık zordur. Gücün olmaz, ayağa kalkmak eziyettir, bir de ateşin varsa hepten yanmışsındır. Yanında birileri olsun, sana baksın istersin. Tamam, mikroplarını saçman biraz tehlikeli tabi ama yine de birileri gelsin istersin. “Kapıdan da baksa, bir kap bir şey de getirse” yeter dersin.

Yardım etmek en güzel eylemlerden biri bence. Yaşlılara, çocuklara, ihtiyaç duyan her yakına, arkadaşa ve hiç tanımadığımız birilerine yardım etmek gerçekten iyi hissettiriyor. Manevi, fiziksel ya da maddi yardım, hangisine gücüm yeterse yaparım. Anne ve babacığıma şükürler olsun ki bu erdemi bana öğretmişler.


Günce Yazarı

HAYALLERİM VARDI

Hepimiz gerçekleştirmek istediğimiz hayallerimizle büyürüz. Kimi gerçekçi kimi azıcık uçuk kaçıktır. Bunlara planlarımız da diyebiliriz. Hayallerimizin kaynak olduğu planlar. Benim de pek çok hayalim vardı. Bir kısmi gerçekleşti, bir kısmı kaldı. İpe sapa gelir olanlar, uğrunda çalışınca gerçeğe döndüler. Ama erişilmesi zor olanlar hayal olarak kaldı.

Yıllar içinde öğrendiğim bir şey var. Eğer hedeflediğin makul bir olayı çok ister ve olması için aklını kullanıp çok çalışırsan gerçekleştirebilirsin. Ama bazı şeyler yaratılış düzenine uygun geliştiği için ne yapsanız değiştiremezsiniz.

Çocukluğumdan beri çok okuyan, yazıp çiziktiren biriydim. Vallahi ilkokuldayken çocukça tabi, yaşıma uygun uzun bir hikâye yazmışlığım bile var. Şiirler hatta şarkı sözleri de yazdım. Kendimce yazarlık yapıp, çiziktirdim bir şeyler. Sonunda yazar, çizer takımından oldum. Bu arada önemli bir hayalim var. Roman yazmak hem de polisiye gerilim. Henüz gerçekleşmedi. Fakat epeyce hikâye yazmışlığım var.

Ha bir de özel dedektif olmak isterdim. FBI ve CIA filmleri seyrede seyrede pek bir özenir olmuştum.  Bu da olmadı doğal olarak ama araştırmacı bir kişiliğe sahip oldum. Kendimi bildim bileli araştırır ve öğrenirim. Yazmak için araştırmak şart zaten.

Hayallerinizin peşinden gidin. Ben gittim. Çoğu gerçek oldu. Hiçbir şey gözümüze göründüğü kadar imkânsız değildir. Azimle istemek, çalışmak ve aklımızı kullanmak pek çok hayalimizi gerçeğe çevirmek için yeterlidir. Çok uçuk olmadıkça hayallerimiz, bizim geleceğimizdir. 
  
Günce Yazarı



10 Mayıs 2016 Salı

GÜNÜN ÖĞRETTİĞİ

HEPİMİZ GELECEĞE İZ BIRAKMAK İSTERİZ!

Yaradılışımızdandır sanırım her insan kendinden sonraki dönemlere kalıcı izler bırakmak ister. Tarih bununla dolu! En basit vasıflı insanlar bile çocuklarının, onları yaptıkları işlerle anmalarını isterler. Mal, mülk bırakmak isterler, temiz bir isim bırakmak isterler, hiç olmazsa güzel anılar bırakmak isterler. “Evlatlarım beni iyilikle ansın” derler.


Bende bu nedenden midir nedir, yazıyorum GÜNCEM’İ. Sanırım benden sonraya yazılı bir şeyler kalsın istiyorum. Bir günceyi internetten yayınlamak da yürek ister. 

Günceler geçmişe ışık tutan, unutulanları hatırlatan en doğal kaynaklardır. Sıcacık anlatımlarıyla kendinden sonraki nesillere önderlik ederler. Hatta deneyimler sunarlar. Ben derim ki, sizler de yapın. Güzel bir başlangıç olsun geleceğe…

ANLAYIŞLI OLMAYI SEVERİM


Çevrendeki insanlarla uzlaşan, iletişim kuran biri olmak istiyorsan anlayışlı olacaksın. Öyle at gözlükleri takıp, sabit bakmayacaksın insanlara. Hemen sinirlenip, savunmaya geçmeyeceksin. Hele hele saldırgan tavırlı, hiç olmayacaksın.  Anlayışlı diğer söylemle hoşgörülü olmak kazandırır her zaman. Arkadaş, dost, çevre kazandırır. Aile üyeleriyle daha sıkı bağlar kazandırır. İş hayatında yakın ilişkiler kazandırır.

Gerçi hoşgörüm ve anlayışım bazen, kendimi kullanılıyormuşum gibi hissettirir bana ama ben bilirim ki bu davranışımı, kendim için doğru buluyorum. Başkalarına da iyi davranmış oluyorum. 

Varsın insanlar bana fazla iyi niyetli desinler. Ya da çok özverili olduğumu, kendimi düşünmediğimi söylesinler. Çok umursamam. Çünkü ben doğru bildiğim şeyleri, öncelikle kendi huzurum ve sağlığım için yaparım. İyi ki anlayışlı ve hoşgörülüyüm.

Günce Yazarı